3 Şubat 2017 Cuma

Huzur mu Ne?

Denizin dalga sesleri… Yumuşacık, biraz uzaktan, dünyanın en güzel şarkısının notaları gibi…

Öğlenin ileri ki saatleri, ikindi vakti hani.

Dünyanın en huzurlu dakikalarını geçirirken elinde kaliteli bir kahve, mis gibi kokutmuş odayı,

Hafif bir müzik açıyorsun, uzanıp kendini yavaş yavaş belli eden güneşin denizdeki pırıltılarını izliyorsun.

Açık olan camdan usul usul kış günlerinin en tatlı rüzgarı saçını okşuyor,

Rahatsız edici tek bir ses dahi yok,

Vücudun tamamiyle rahatlamış herhangi bir dert, tasa yok.

Yetişmen gereken hiçbir yer yok.

Kovalaman gereken hiçbir iş yok.

İstediğini yapabilecek kadar özgürsün, manzara gecenin karanlığına bırakırken kendini şarabını yudumlayacak kadar özgür.

Yalnızlığın en keyifli saatleri,

Belki gece sahilde ateş yakan gençler yaz şarkıları söyler…

Bahar çok yakında, yaz günleri ve keyifli kahkahalar…

Vücudunu yoran soğuk, kalbini ağrıtan kış bitti sonunda.

Mutluluk;

Binlerce dilde, fazla basit bir kelime.

Huzur;

Hayatta kendine ayırdığın nadir dakikalardan ibaret.

Maddesel dünyayla yorulurken maneviyatı hiç ettiğin zamanlar bitiyor artık,

Düşüncelerinle ibaretsin, onlar kadar saf ve duru olabilirsin.

Sen dünyanın en mutlu insanısın, sen olduğun sürece değerini bilirsen…

Bazen noktalama işaretlerine ve yazım bütünlüğüne gerek yok,

Hayattaki tüm kuralları değiştirmek elinde.

Teknenin burnunu istediğin yöne çevir, okyanus seni kucaklayacak kadar büyük

Tüm rotalar, tüm yollar sana bağlı


Her limanda öğreneceğin pek çok güzellikle birlikte.

3 Şubat 2017
Jülide Özdemir

29 Ocak 2017 Pazar

Ona Çok Teşekkür Ederim

Bugün sana hiç teşekkür etmediğimi fark ettim. Oysa bilerek veya bilmeyerek yaptıklarınla hayatımda en çok teşekkürü hak eden kişilerden biriydin.

Çok ama çok teşekkür ederim.

Bugün eğer bir kadına dönüştüysem sayende… Karşılaştığımızda ufak bir kız çocuğundan farksızdım ve sen beni öyle bir sevdin ki birlikte geçirdiğimiz birkaç yıl ve ayrılık süresince ayakları yere sağlam basan bir kadın haline geldim.

Çok ama çok teşekkür ederim.

Elimden tuttun, düştüğüm yerde kaldırdın sonrasında bilerek düşürdün. Dizlerimi kanattın, ellerimi acıttın ve kendi başıma da ayağa kalkabileceğimi gösterdin. Kendim ayağa kalktığımda aldığım başarı tadını başka hiçbir şey veremezdi bana.

Çok ama çok teşekkür ederim.

Önce çevremdeki gereksiz kalabalığı temizledin, iyi ve faydalı insanlara yönelttin. Sonra beni öylesine yalnız bıraktın ki giderken asla yalnız başında üstesinden gelemeyeceğim sorunları göğüsledim ve hepsinin de üstesinden layığıyla geldim. Doğru insanları seçmeyi öğrendim, yanlış arkadaşlıklardan kurtuldum. Kötü gün dostları edindim.

Çok ama çok teşekkür ederim.

Her şeyin maddesel bir güzellikten ibaret olmadığını gösterdin. Beni her halimle severek obez bile olsan içindeki insanın önemli olduğunu gösterdin. Sonra görünüş ve giyimin yerine göre büyük etkisi olabileceğini… Asla güzel görünemem sanırken önce destek olup zayıflamama yardım ettin. Sonra giderek depresyonun beni zayıflattı.

Çok ama çok teşekkür ederim.

Çalışmayı, çabalamayı ve istediğin her şeye sahip olamayacağını öğrettin. Hayatta her şeye tek bir kişiyle sahip olunacağını öğrettin. Sevginin emek istediğini, kolay yola kaçılıp verilen kararların tüm hayatı değiştirebileceğini öğrettin. Ağızdan çıkan sözün bir daha geri dönüşü olmadığını öğrettin.

Çok ama çok teşekkür ederim.

İnsanları öğrettin bana. Her ‘bugün yanındayım, ömrünün sonuna kadar da olacağım’ diyen insanın aslında sözünü gerçekleştiremeyeceği, fikrini değiştirebileceğini öğrettin. Onlara ömürlerini adayarak öylece güvenilemeyeceğini öğrettin.


Ben sana ne öğrettim bilmiyorum. Umarım fazlaca sevmenin takıntı olmadığını da öğretebilmişimdir mesela. Anlamayacak kadar sevgiden korktuğunu ya da… 

29 Ocak 2017
Jülide Özdemir

Farkındalığın Dibi

Uzun zamandan beri ilk defa bu kadar mutluyum birkaç gündür. İşin sırrını atalarımızın sözlerinden öğrendim aslında ‘çok fazla düşünmemek.’

Önce anlayamadım bir günde nasıl koskoca 7 ayda takılı kaldığım adamın sevgisini unuttuğumu… Sonra anladım ki aslında fark etmeden ben kendime işlemiştim aylardır. Tek gereken gerekli bilinç düzeyine ulaşmaktaydı. O da biraz stresten uzaklaşıp, tatilde kafa dinlemeyle kolayca ortaya çıktı.

Aslında ben onu aylarca yavaş yavaş öldürmüştüm içimde. Allah’ıma şükürler olsun bu günleri bana gösterdiği için… İnsan nasıl istediği halde sevgiden vazgeçemez diye az isyan etmemiştim oysa.

Sürekli kendime işkence çektirdiğimi biliyordum ama böylesine beynime tecavüz ettiğimi hiç fark etmemiştim. İlk defa bir gün boyunca hiç aklıma gelmeden hareket etmek öylesine büyük özgürlüktü ki… Durmadan girdiğim saçma düşünce kalıplarını hiç oturup irdelememiş miydim de fark etmemiştim?

 “O şimdi gelir de beni evde bulamaz, yok evden çıkmayayım bugün”

“Olur da bugün gelirse karşısına alnım ak çıkmalıyım, hiçbir erkekle konuşmamalıyım”

“Barışmak isterse onu bekledim diyebilmeliyim, eğlenmeye ne gerek var…”

Bu tip düşünce kalıplarından bahsediyorum kesinlikle normal olmadıklarının da farkındayım. İnsan bilmeden çok yanlış düşüncelere girebiliyor ve bunu tedavi edecek kişi de sizden başkası değil. Aslında psikologların tek görevi bu yanlış düşünceleri sizin farkında olmanızı sağlayıp, değiştirmek için ufak önerilerde bulunmak. Ama illa da gerekli bir şey değil insan kendine yetebilecek güçte bir varlık. Siz kendi gücünüzün bilincinde olduğunuz sürece tabii…

Yine de düşünüyorum da onu beklediğim için pişman değilim. Hayatı kendime zehir ettiğim için pişmanım ama… Bir şeyi ne kadar çok isterseniz o kadar fedakarlık yapıyorsunuz ve bazen kendinizden eksildiğinizi anlamıyorsunuz. Geçmişi geri sarabileceğimi sanıp onunla ayrıldığımız günde takılı kaldığım tam 7 ay boyunca olumlu olarak kendime tek kattığım kişisel gelişim kitaplarında sürekli duyduğumuz ‘farkındalık’ dışında bir şey olmadı.

Hayat olduğu gibi yaşanmalı ve bugün o kadar çok değerli ki… Yarın şu an yakınımızda ama önemsemediğimiz birini kaybedebiliriz. İşimizi, köpeğimizi ya da manevi olarak “tek” kalabilecek herhangi bir şeyi kaybedebiliriz. Şimdi onun keyfini çıkarmak varken geçmiş ve gelecekle kafamızı ağrıtıp duruyoruz ve sonrasında koskocaman bir pişmanlıklar listemiz oluşuyor.

İnsanlar biricik ve tek tabii ki ama kaybettiğim birini hayalimde yaşatarak hayatımı ertelediğim o saçma günlerden tek öğrendiğim şey yerine koyulamayacak hiçbir şey yok dünyada. Kaybettiğiniz her ne ise sevgisi başka bir surette geri dönüyor eğer siz önüne kocaman bir duvar örmediyseniz. Baba sevgisi misal, ölümü tadanlar beni anlayacaktır. Babanızı alıp eşinize taşıyorsunuz, onun sevgisi eksik kalan yerleri bir şekilde örtüyor. Bazen arkadaşlarınız, bir akrabanız tamamlıyor o sevgiyi ama bir şekilde tamamlanıyor. Bu yüzden geçmişte takılı kalıp asla o günlerdeki kadar mutlu olamayacağınız düşüncesiyle hareket etmek insanları hafife almaktan başka bir şey değil.

Geçen gün çok sevdiğim ve düşüncelerine değer verdiğim bir tanıdığımla konuşuyordum bana eşinden çok severek boşandığını söyledi. “Çünkü olmuyorduk, birbirimizi çok kırıyorduk ama seviyorduk da… Sonrasında birkaç insanla denedim. Hiçbiri olmadı ama bana kattıkları bir sürü şey oldu. Bazen doğru insanı bulamayabilirsin ama bu diğerlerinin yanlış olduğunu göstermez.” Öylesine haklıydı ki… Her ilişki ömrünün sonuna kadar sürmek zorunda değildi. Benim gibi ‘tek olsun son olsun’ kafasında olanlar hayattan kaçırdığımız şeylerin farkına varamıyoruz.

Her insan farklı bir dünya ve bizim fark edemediğimiz şeyleri görmüş olan bir gözlük aslında. Yeni insanlar tanıyıp farklı gözlüklerle dünyaya baktığımız sürece hayatın keyfini çıkarabiliyoruz.


29 Ocak 2017
Jülide Özdemir

25 Ocak 2017 Çarşamba

Ayrılık Sonrası Depresyon Üzerine (Eski sevgili nasıl unutulur?)

Senin hakkında tek bildiğim şey onun aşkıyla hayatı kendine zindan ediyor olman. Seni tanımıyorum, onu tanımıyorum, ilişkinizin süresini bilmiyorum, kim ayrıldı, neden ayrıldınız hiçbir şey bilmiyorum. Ama sen hala onu seviyorsun bunu biliyorum, onunda seninle barışmak istemediğini…

Şimdi bir düşün, ayrıldığınızdan beridir sen depresyondasın. Onun ne halde olduğuyla ilgili bir fikrim yok ama dışarıdan gayet mutlu duruyor. Kendini komaya sokacak kadar içtiğin günler oldu sırf onu biraz olsun unutabilmek için, oysa sen hastanelere bile düşsen umurunda olmazdı. Onu düşünmekten gözüne uykular girmedi, bazen günlerce uyuyamadın. Onun kafası o kadar rahattı ki seni dert bile edinmeden 12den önce uyuyakaldı. Sen ağlamaktan nefes alamadın, belki o başkalarının dudaklarında nefes buldu. Sen günlerce evden çıkmadan yalnızca onu düşündün, o mekan üstüne mekan gezdi. Sen aylardır her gün manyak gibi onu araştırıyorsun, o tek tıkla girebileceği profiline bakmaya üşeniyor. Sana gelen tüm teklifleri reddettin, o ne yaptı? Bu sorunun cevabını düşünme, boşver.

Şimdi bir düşün değdi mi? Aradan kaç ay veya yıl geçti bilmiyorum. Diyorum ya seni tanımıyorum sadece söyle bana değdi mi? Bu kadar üzülüp kendi kendini hırpaladın, onunla tekrar olabilmek için belki defalarca tüm ilişkinizi düşünüp hatalarını aradın, aylarca düşündün, her gün, durmadan! Değdi mi? O şimdi yanında mı? Hayır.

Bir şey söyleyeyim mi sana? O asla sana dönmeyecek. O senin onu sevdiğin kadar hiç sevmedi. Neden sevsin ki? Hazır lokmasın sen! İnsanın atalarından getirdiği avcı içgüdüleriyle kovalamak ister. Sen nesin biliyor musun? Önüne servis edilmiş lezzetsiz bir brokolisin. Çok sıkıcısın anlayacağın.

Şimdi yanlış anlama beni çirkinsin demiyorum. Belki dünyanın en güzel kızısın, belki derece almış sporcu bir adamsın. Ben seni tanımıyorum. Şunu bil ama güzellik veya çirkinlik hiçbir şey fark ettirmiyor bu durumda.

Ona attığın yüzlerce mesaj var ya hani? Defalarca telesekretere düşen arama? Bak sen bana iyisi mi numaranı ver ben sana aynısını bir kez yapayım. Ne oluyor sonucunda biliyor musun? Bunalıyorsun! Telefonu kırıp atmak istiyorsun, karşındakini sevsen bile ne biliyim annen bile olsa boğuyor insanı. Ah bak mesela çocukken gittiğin bir mekanda annenin yüz kez aramasını düşün. Al sana aynı his! Bıktırdın onu, tiksindirdin kendinden!

Sen onu kendi ellerinle kaybettin. Gurur duy diye demiyorum, bil diye diyorum. Bir şeyi zorlarsan daha çok elinden kaçar. Net. “Akışına bırak” diye dememişler boşuna. Şimdi diyeceksin ki bundan sonra akışına bırakayım. Yok canım öyle yürümüyor o işler, keşke…

Şunu kabullen önce bir. HAYIRLISI DEĞİLMİŞ. Oh, derin bir nefes ver. Bak ne kadar rahatlatıyor bu cümle insanı… Allah istemiyorsa sen burada kıçını yırt sonucu değiştiremezsin. Denemedim mi sanıyorsun? Secde etmekten bel fıtığı oluyordum ben be! Yalan o “evrenden bir şeyi çok istersen olur bik bik bik” palavraları. Olmuyormuş maalesef.

Peki ne yapacağım onun cevabını ver diyeceksin bana. Önümüzdeki maçlara bakacağız koçum! Tamam çok kıroca oldu. Bundan sonra yapman gereken ne biliyor musun? Öncelikle onu aramayı bırakıyorsun. Bir yemin et mesela sevdiğin birinin üstüne, o aramadan onunla konuşmak yok. Şarkılar, biliyorum onla olan şarkınızı ölsen bile unutamayacak kadar dinledin. Onu hatırlatan tüm şarkılardan uzak duruyorsun, özellikle slow olanlardan bahsediyorum. “Telefonun başında çaresiz bekliyoruum..” Evet zamanında Hakan Altun’da bile kendimi bulacak kadar düşmüştüm. Eşyaları kaldır, at demiyorum atamazsın biliyorum. Görmeyeceğin bir yerde dursunlar yeter. Aylardır kendi derdine düştüğünden beri arayıp sormadığın arkadaşlarını arıyorsun, çık bir gez ya yeter! Yeni insanlarla tanış, hemen samimi olma tabii (Bu da ayrı bir başlık konusu olabilirmiş). Onun uğruna beklerken reddettiğin onca teklif var ya, şimdi bir düşün onları tanımak için izin verdin mi kendine? Ama ilişki istemiyorum bik bik bik, konuşmalarına girme bana. İlişkin olmak zorunda değil sadece tanımak, flörtleşmek, hah bunları yapacaksın bundan sonra. İş ciddiye biner de ilişki kısmına gelirse u dönüşü yapıverirsin zor değil.

Depresyona tutunmak çok daha tatlı geliyor insana biliyorum. Bir sürü hayaller kuruyorsun, şizofren gibi bütün gün hiçbir şey yapmadan o senle barışmak istese söyleyeceğin cümleleri tasarlıyorsun falan baya işsizlik ötesi bir şey malum. Sezen açıp ağlıyorsun, tüm Özcan Deniz filmlerini izliyorsun… Yürüyen bir sümüklü peçetesin adeta. Ne gerek var? İnsanların gözünde sadece aciz bir durumda olmana ne gerek var? Onun insanlara yaptığın tüm o mallıkları anlatıp gülmelerine ne gerek var?


Şunu bil ki ayaklarının üstünde gayet güçlüsün sen ve eğer ona verdiğin değeri biraz olsun hak etseydi şu an yanında olurdu. (Oldu mu? Tabii ki hayır)

25 Ocak 2017
Jülide Özdemir

23 Ocak 2017 Pazartesi

Mecnun Olurum Saat 3'te

Bazı zamanlar vardır öyle bir söz duyarsın ki midene oturuverir.

Böyle beyninden üç kurşun yemişe dönersin… Ellerin yumruk olur dişlerine dayanır güçlü kalabilmek için birkaç derin nefes verirsin. Yıkılmamak için bir masayı kavrarsın belki sımsıkı tutarsın koca cam elinde parçalanacak hissedersin.

O şok anı geçtikten sonra yutup hazmedersin ama midene oturuverir işte. Karnın ağrır durduk yere, belki biraz gözlerin dolar o sözlerden. Bir süre de kendini tok hissedersin, belki birkaç gün ağzına lokma sokmak istemezsin hani…

Öyle bir şey yaşadım geçen gün senin bahsin geçtiğinde.

Güldüler bana. Öyle basit bir gülüş değil bak, alayla güldüler. “Sen” dediler “Burada onun uğruna kalemine gözyaşını mürekkep yapıyorsun ama bir de ona bak…”

“Sen” dediler “Tek bir erkeğin eli eline değsin istemiyorsun ama bir de onun yaptıklarına bak…”

“Sen” dediler “Burada hala bir zavallı gibi bir gün onun sana döneceğini sanıyorsun ama sen hiç dışarı çıkmıyorsun herhalde, çıkıyorsan da görmüyorsun onun seni çoktan unutup gününü gün ettiğini!”

“Biliyorum” dedim. “Ne anlatacaksanız hepsini biliyorum.”

Yalan. Sen derdin ya asla yalan söyleyemezsin diye... Gözlerinin içlerine baka baka söyledim bak hem de. Şu an nasıl olduğun hakkında tek bir fikrim bile yoktu oysa. Anlattırmadım… Canımı daha fazla yaktırmadım. Gözümde çok güzeldin be sevgili kelimeleriyle kirletsinler istemedim seni.

Bazen fark ediyorum da tecrübeli bir ruh hastası gibi hayallerim de yaşatıyormuşum meğer seni. Dönsen ne kadar hayalimi yansıtır ki? Dönme sen bana asla iyisi mi… Onlar da anlatmasınlar, adına leke sürdürmeden bitireceğim ben seni içimde. Bak yolu yarıladım bile… Birkaç ay önce olsa belki boğazlarına yapışırdım sinirlenip. Şimdi hazmediyorum ne denilirse hakkında gurur duy bunla, sabırsızsın derdin ya bana.

Tüm bu olanlardan sonra gece aklıma düştün, biraz efkarlanıp sigara üstüne sigara yaktırdın bana. Daha fazla ne kadar buna devam edebileceğimi merak ettim. Daha ne kadar erteleyebilirdim senin umudunla hayatımı? Umudum kalmasın diye ellerimi kesmiştin ben fark edememiştim oysa. Umudum bitsin diye tekme üzerine tekme yemiştim, ayaklarına sarılmıştım oysa. Sırf tek bir umut kırıntısı bırakmamak için hakaret üstüne hakaret etmiştin, gurursuz bir ruh hastası gibi yine kapına gelmiştim oysa…

Sorun sende değildi sevgilim bendeydi biliyorum. Bu kadar fazlaca sevmek ‘ruh hastası’ ithamını yapıştırdığınız, anlamlandıramadığınız hareketlerdi yalnızca. Çok eskilerden ‘mecnun’ da derlerdi sevgisi yüzünden delirmiş adama… Ben de delirdim inan bana. Tüm saçma görünen o hareketlerimi anlamıyorsun hala biliyorum, bak aşk neler yaptırıyormuş kadına de geç zor değil aşağılamadan da bir şeyleri anlamlandırmak.


Bak yine saatlerden 3, sabahın ilk ışıklarına az kalmış. İyi bilirim bu saatleri son yarım yılda “sen’sizlik” hep bu saatlerde gelir bana. Ben yine aynı bıraktığın camın önünde hiç gelmeyecek kırmızı bir arabayı bekliyorum. Gerçi beklemiyorum birkaç aydır öylece sigara yakıyorum, içiyorum. Hiç gelmeyeceğine mi içiyorum, hiç gelememiş olmana mı yoksa benim seni hayalimde getirmiş olup ona inanmış olmama mı? Saçmalıyor de geç işte, çok mantıklı bir şey değil Mecnun’un Leyla’sı olmak bu saatlerde.

24 Ocak 2017
Jülide Özdemir

Biraz Şanssızlık, Çokça Şükür

Allah’ın gücüne gitmesin ya biraz şanslı olmak isterdim şu hayatta.

Ne biliyim normal insanlar gibi bir çocukluk geçirmeyi dilerdim. Mezarlıklarda geçmesin isterdim mesela ya da annemin koynunda büyümek… Çokta şey istemiyordum halbuki babasının elinde okula gelen özendiğim kız çocuklarından daha fazlası değildi hayalim. Biraz ilgi görmeyi isterdim belki, öyle kenarda köşede büyüyen çocuklardan olmak istemezdim sadece. Yatılı okulda okurken herkesin babasının ölümünü anlatmamasını dilerdim biraz. Bu kadar acı içinde büyümek istemezdim.

Allah’ıma bin şükür annem yanımdaydı. Çünkü bu hayatta sahip olabileceğim yegane şey melek annemin gülen suratıydı.

Öyle ya da böyle büyüdüm o kısımdaki şansla ilgili pekte sözüm yok şimdi. Ama en azından büyüyünce biraz şans gülseydi ya yüzüme… Aşık olmaktan ölesiye korkardım ondan önce. Herkes 14 şubatı sevgilisiyle kutlarken kitaplara boğulup kendime hayalden ibaret bir dünya çizmiştim mesela. Onunla tanışıncaya dek çok güzel olmasa da bir hayatım vardı işte.

Sonra ‘o’ geldi. Allah eğer birlikte bir kader yazmadıysa bize o benim için bir imtihan mıydı? Günahlarımın bir cezası mıydı? Öyleyse eğer kul hakkı falan yemiş olmalıydım.

Yaşadığım şu 21 yıl boyunca böyle mutluluk yaşamasaydım ve tüm bunların kaynağı o olmasaydı bu kadar acı çekmezdim belki. Ne biliyim ya beraber yaşlanacağım adam sandım. Öyle güven verdi bana, öyle baktı gözlerimin içine, hep yanındayım der gibi… Olmadı. Suçlamıyorum… Bazen ilişkiler yürümez işte. Yeterince çabalamadan kolay yolu seçip ayrılırsın. Biraz şiddetli bir ayrılık oldu fazlaca kırıldım o kısma da diyecek bir sözüm yok. Şiddetli yaşanan aşklar böyle ayrılıkları gerektirirmiş onu da öğrendim. Belki biraz daha uzun sürsün isterdim, bu kadar kolay silmemesini dilerdim. Ama şöyle de bir durum varmış onun için yaşananlar fazla basitmiş. Siz nötr olan bir insana birkaç artı ekleyip yüzünü güldürebilirsiniz ama bir de ekside olan biri vardır. Onu alıp artılı kısma çıkarır da giderseniz büyük düşüş yaşar. Kendi hayatı eksidedir çünkü. Seninle güzel günleri görebilmiştir sadece, senin normalin onun muhteşemi olmuştur…

Zor ya ne biliyim… Kimseye sitem etmiyorum yine de hakkım yok biliyorum. Diyorum ya suçlamıyorum da… Alışıyorum zaten gittikçe.

Hayatta kim biraz olsun mutluluk verdiyse giderken ellerimden koparırcasına aldı işin özü. Ellerim kanadı, ruhum kanadı. Umursamadılar. Ah birazcık daha şanslı olabilseydim keşke… Keşke hiç bunları yaşayacak kadar büyümeseydim. Çocukken biraz daha az umursardım hatırlıyorum. Biri elime balon tutuşturunca yüzüm gülerdi hemen. Şimdi o kadar kolay da unutulmuyor ki… Aklından çıkmıyor işte.

Yoruldum be. Çok yoruldum.

İliklerime kadar canımın yandığı geceleri hatırlıyorum. Çığlık atarak ağladığım zamanlar, kalbimi söküp atabilmek için Allah’a yalvardığım geceler…

Sonra alışmaya başlıyorsun da zaman gerektiriyor biraz kimine göre aylar kimine haftalar... Önce gözyaşların birkaç gün arayla dökülüyor sonra en son ne zaman bir şeylere duygulanabildiğini merak ediyorsun. Herkesin attığı candan kahkahalara sen hafifçe tebessüm edebiliyorsun bunun için bile kendini zorluyorsun. Ama alışıyorsun. Er ya da geç toparlanacağını biliyorsun.

Belli bir süre geçince aniden aklına gelip durgunlaştığın zamanlar dışında çoğunlukla normal bile görünebiliyorsun hatta. Biraz daha büyüyorsun, onsuz geçen zaman diliminde yaşanan o kadar çok şey oluyor ki bir süre sonra onu sevsen bile artık dönsün istemiyorsun. Olgunlaşıyorsun, her hücrenin acı çekerek olduğunu bilsen de bununla gurur duyuyorsun.

Öyle ya da böyle zaman geçiyor işte. Şanslı da olsan, şanssız da bir gün olsun ellerini rabbine açmaktan gocunmuyorsun. Hayat bu, acısıyla da tatlısıyla da şükrediyorsun.

Hamdolsun Allah’ıma. 

21 Ocak 2017
Jülide Özdemir

18 Ocak 2017 Çarşamba

Mezarlık

Kadın günün sonlarına yaklaşırken uyanıp tuvalete gitti. Aynaya baktı. Aynaya baktığını sandı. Aynadakinin kendisi olmadığına inanmak istedi. Çökmüş mosmor gözaltları, tek bir duygu barındırmayan ölü bakışlar, solmuş mor dudaklar. Ellerini hareket ettirmeyi başarıp çökmüş yanaklarına yasladı. Uzun uzun bakışlarındaki donukluğun geçmesini bekleyerek izledi. Masmavi gözlerinde tek bir duygu belirmesini istedi. Tek bir duygu… Nefret olabilirdi, hüzün olabilirdi, uzun zamandır hiç sahip olmadığı neşe bile olabilirdi… Ölü bir balık gibi bakıyordu. Bomboş.

Küfür etmek istedi. Dünyanın her dilinde çığlık atmak istedi. Herhangi bir tepki verebilmeyi istedi. Bu kadar boş olmamak istedi…

Gittikçe zayıflayıp çöken bedenine tükürürcesine güldü. Gülüşü bile sahteydi. Gülüşü bile anlamsız…

Çevresinde olan bitenlerin biraz olsun onu ilgilendirmesini istedi. Üzülmek istedi mesela, aylar öncesindeki gibi içi kor gibi yansın, acı çeksin istedi. Azıcık tepki verebilmeyi arzuladı.

Aynanın karşısında durup bir sigara yaktı. Uzanıp kendi kolunu sıktı. Kızarıp, tırnak izi çıkana kadar kolunu sıktı. Acıdan irkilmeyi bekledi. Öylece bekledi…

Sigara dudaklarının arasında bitip, tükenirken ne zaman kendisinin bu kadar tüketildiğini merak etti. Ne zaman içindeki çocuğu öldürdüklerini, ne zamandır masumiyetinden tek bir kırıntı kalmadığını, ne kadardır hiçe dönüştüğünü anlamak istedi.

Dünyada tek bir yer bile kaplamadığını fark etti. Jöle gibi hissediyordu kendini, ağırlığı bile yoktu evrenin bir köşesinde. Tüm fizik kurallarına aykırı olduğunu düşündü. Bir nokta kadar yer kaplamayı istedi birilerinin hayatında… Kendi hayatında?

Bir hayatı bile olmadığını anlaması uzun sürmedi. Günü kurtarmak için yaşıyor, geleceği zerre umursamıyordu, zaten günün büyük bir bölümünde uyuyordu. Bir ara alkolden kafasını kaldıramadığı zamanlarda olmuştu ama o da bir süre sonra maziye gömülmüştü.

Çöktüğü yerden kalkıp aylardır perdesi açılmamış kutu kadar odaya döndü. En son ne zaman dışarı çıktığını unutacak kadardır odadaydı. Sahi bugün günlerden neydi? Bir ara yeni yıla girdiklerini hatırladı o gün ağlayabilmiş miydi? O gün herhangi bir duygu belirtisi gösterebilmiş miydi?

Mezarlık” diye düşündü. “İçimdekilerle birlikte bir mezarlığa dönüşüyorum.”


Ne bir sulayanım var ne de toprağımda biten dikenleri temizleyecek yaşayan bir yakınım

18 Ocak 2017
Jülide Özdemir